Çaycuma Sanat yazarı eğitimci Tuna Ölger'in yarıyıl dinlencesinde öğrencilere ödev verilmemesini konu alan haber-yorumunu sizlerle paylaşıyoruz
Çaycuma Sanat
...
Biraz önce, kulağım
ve gözüm haberlere takıldı.
Müjde gibi haber
verdiler: “Milli Eğitim Bakanı açıkladı:
Ara tatilde öğrencilere ödev verilmeyecek”.
Haber bülteninde
“uzman eğitimcilere” görüş sormuşlar. Onlar da tatil zamanlarında öğrenciyi
ders yükünün altına sokmanın öğrencilerde stres yaratacağını belirtip; verilen
bu kararın doğru olduğunu söylediler. Bu görüşe sonuna kadar katılıyorum. Ancak
bu karar ve açıklamalar karşısında, gülsem mi ağlasam mı hala bunu tartışıyorum
kendi içimde.
Yıllardan beri her gün
8 saat, haftada 40 saatlik ders programıyla (liseler için) öğrencilerimizin
gırtlağına çökmüşken; eğitimi “başarı”ya peşkeş çekmişken, destekleme kursları
adı altında gençlerimize soluk alabilecekleri küçücük bir alan bile bırakmamışken,
sene başından beri hem liselere geçiş sisteminde hem de üniversiteye geçiş
sisteminde bunca belirsizlikle öğrencileri ve öğretmenleri baş başa
bırakmışken; bütün stres kaynağını “ara tatilde verilen ödevler” olarak
gösterilmesi çok tuhaf.
Şu an ki eğitim
sistemimiz başlı başına bir stres kaynağı öğrenciler için.
Bu konuda
tartışılacak bir yan göremiyorum. Bu kadar baskıya göğüs germeye çalışan öğrencilerimi
de can-ı gönülden kutluyorum.
***
Peki bu ara tatilde
(bir rehber öğretmen olarak) ben ne yapacağım? Öğrencilerime ne yaptırmak
istiyorum?
“2018 ARA TATİL
PROGRAMI” hazırladım!!! (MEB’e duyurulur).
Geçen hafta, 12. Sınıf
öğrencilerine yönelik grup çalışma planı oluşturduk (öğrencilerimle birlikte).
Bugün, bu “2018 ARA TATİL PROGRAMINI” nasıl uygulayacağımızı ve ne yapacağımızı
belirlemek için; 4’er kişilik gruplar halinde ve bir ders saati süren grup
çalışmalarına başladık. Bu tempo, Cuma gününe kadar sürecek.
17 yıllık
öğretmenlik hayatımda ilk kez, günü saatlere bölen, talimatlarla dolu bir
“çalışma programı” hazırladım. Çünkü öğrencilerime “normal” olanı kabul
ettirmek zor! Ben, “Saatlere bölünmüş bir çalışma programı sizde baskı yaratır.
İşinizi planlayın ama saatlere takılmayın!” desem de çare olmuyor. Sanırım
öğrencilerimizi “baskı” ve “stres” bağımlısı bireyler haline getirmeyi başardık.
Yılların bu baskısı onları spordan, müzikten, resimden, sosyal etkinliklerden
öylesine bir koparmış ki; hayal etmek bile bir lükse dönüşmüş durumda. Bugün
bir öğrencim, “Diş Hekimi” olmayı hedeflediğini, olmazsa da “Acil Tıp
Teknikeri” olarak görev yapmak istediğini söyledi. Ben ise Diş Hekimliği gibi
“yüksek başarı” isteyen 5 yıllık bir fakülteyi hedef olarak gönlüne yerleştiren
ve hedefine ulaşamazsa; 2 yıllık bir meslek yüksekokuluna razı olan öğrencimin
bugününden ve geleceğinden ciddi şekilde kaygı duyuyorum.
Keşke benim
velilerimin de “hesapsız” varlıkları olsa da çocuklarını özel liselerde okutup,
çocuklarının yüksek “ortaöğretim puanları”yla bir adım önde girmelerini
sağlasalar bu yarışa! Keşke benim velilerim de çocuklarını düştüğü yerden
kaldırıp, paralarını bastırarak onları “Vakıf Üniversitelerinin” merhametli ve
ücretli sınıflarına gönderebilseler. (Burada bir parantez açayım. Vakıf
Üniversiteleri arasında kaliteden ödün vermeden eğitim-öğretim açısından çok
iyi çalışma yapanlar hiç de az değil).
***
Velhasıl; stres
kaynağı “ARA TATİL” değildir.
Eşitsizlik,
adaletsizlik, belirsizlik ve yapılan dayatmalar başlı başına “stres”
kaynağıdır.
Şu saatten sonra
herkese önerimdir: Kimse MEB’e “Milli Eğitim
Bakanlığı” demesin; “Milli Öğretim
Bakanlığı” desin.
Eğitim
veremediğimiz öğrencilere, başarısız olmalarının hesabını sormaya kalkıyorsak
eğer; hep birlikte suçu üstlenmek zorundayız. BÜYÜK’ler önden buyursun.
Tuna Ölger